Yaz ayları, memleketin göbeğinde düğün ve tatil zamanı demektir. Bu sefer bir düğüne davet edildim, dayımın torunu evleniyordu. Çocukluktan beri pek samimi olduğumuz söylenemez, sıla yolunda birkaç selamdan öteye geçmiyordu ilişkimiz. Ama neyse, düğüne gitmek de bir aile görevidir, değil mi?
Düğün salonu, her zamanki gibi cümbüş dolu. Takım elbiseli beyler, şık giyimli bayanlar, bir de maalesef paşamıza yetişemeyen her yaştan bayanlar... Ben de uzaktan bir masa buldum, üzerinde kurabiye ve kuruyemişlerle dolu. Biraz atıştırdım. O sırada garsonlardan birini çağırarak bir fanta söyledim. Ama gelin gör ki, fanta sıcak geldi. Klimalar buz gibi üflerken içimi çekerek içtim, inşallah hasta olmam diye dualar ettim.
Zaman nasıl geçti bilmiyorum, derken gelin ve damat ortaya çıktılar, masalarına oturdular. Derken nikah memuru da geldi. Tam o sırada bir kargaşa başladı. Üniformalı birkaç polis damatla konuşmaya başladı. Aileler araya girdi. Ne olduğunu anlamak için çevremdeki masalardan son dakika bilgilerini öğrenmeye çalıştım. Meğer damat, cep telefonundan teröristleri mi aramış, Terörisler mi, Ankara'dan gelen bu subay damadımı aramış. İçimden "şaka yapıyordur" diye düşündüm, ama değilmiş.
Polisler damadı götürdüler. Masadan kalktığında düğün de bozuldu. Uzaktan duran gelin ise ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. En mutlu gününde bu beklenmedik olaya tanıklık etmek, gerçekten de üzücüydü. O sırada ben, masada duran tuzlu kurabiyeleri ağzıma atıp sessizce salondan ayrıldım.