Durmuş pazara geldi her zamanki yerine baktı. Arabasını hızlıca yakın bir yere park etti. Paketleri açıp portatif tezgahını uzerine çıkarttı. Sergi moduna geçti. On dakikalık git gel sonucunda dört metre uzunluğunda ki tezgahını hazırladı. Bir tarafta çeşitli çoraplar, erkek çorapları, kadın çorapları çocuk çorapları hatta hediyelik bebek çorapları bile tezgahında vardı. Diğer bölümünde iç çamaşırı: Erkek, kadın, çocuk. Katlanabilir plastik taburesini alıp tezgahın arkasına geçti. Bismillah deyip müşterilerinin oturarak beklemeye başladı. Pazarda satıcıya başlığından beri yedi ay olmuştu. Işler umduğu gibi gitmiyor, kimi günler bir çorap bile satamıyordu. Bugünlerde bulunduğu duruma çok daha üzülüyordu. Az günde olsa satışları da gayet iyi oluyordu. O günlerde de gayet keyifli oluyordu ama ikisine de alışmıştı sanki. Belki de pazarcılıktan sıkılmıştı da kendisini bile söylemiyor, söyleyemiyordu.
İhraç olduğu zaman iş aramış. Elliye yakın yere başvurmuş ama bir türlü is bulamamıştı. Çevresine de sorup soruşturmuş ama iyi bir haber alamamıştı. Bunu üzerine de ticarete atılmaya karar vermişti. Elinde çok bir para da olmadığından hem de yarın ne olacağını bilemediğinden seyyar satıcılık yapmaya başlamıştı. Amaçları bir süre bu işte yapmak o sırada görevlerini geri dönmekte yani geçici bir iş olarak görüyorlar da bu işi. Durmuş tezgahta birkaç çorap satmıştı. Yani günün ilk satışları başlamıştı. Karısı tezgahın başında olmadığından bugün çok çamaşırı satamayacağının farkındaydı. Kadınların büyük çoğunluğu erkeklerden iç çamaşırı almak istemiyordu. Yalnız olduğu günlerde kimseler sormuyordu. Karisi aradı. “Ne yapıyorsun? İşler nasıl? Kahvaltı yaptın mı?… diye bir sürü soru sormuştu. Eşinin karısının telefonu üzerine kahvaltı yapmaya karar verdi. Yakında ki fırına gitti. Poğaçaları ucuzdu dört tane aldı. Biraz sonra Fikret hocada gelirdi. Ona da birşeyler almış oldu.
Termostan çayını, plastik bardaklarını çıkarttı. Fikret hoca evde kahvaltı yaptığını söyledi. Çayı ise kabul etti. Îşlerden güçlerden haberlerden konuştular. Fikret hoca pazar günü isi bırakacağını başka bir iş bulduğunu söyledi. Durmuş heyecanlandı. Kamyoncu lokantasında bulaşıklık yapacağını söyledi. Her ne kadar başkasının bulaşığını yıkamak zor olsa da arkadaşına hayırlı olsun hocam dedi. Hocanın üniversite okuyan çocuğu, ilkokuldan okuyan çocuğu, ana okuluna giden çocuğu vardı. Ûç çocuğu vardı. ihtiyaç çok ama geliri azdı. Sattığı pijamalar da buna yetmiyordu. Durmuş da kendi planınından bahsetti. Yurtdışına gitmek istediğini söyledi. Ama bunun için de paraya ihtiyacı oldugunu uzun uzadıya anlattı. Nasıl gideceğini, kaç gün karakolda kalacağını… Fikret hocada bu bilgiler karşısında “Hocam bayağı araştırmışsın. Sen gitmek istiyorsun herhalde ama… Yakında işler düzelir biraz daha dur acele etme. Durmuş “Ne zamana kadar sürecek. Vallahi para bulmak çok zor ama arabamı satsam birimize bile yetmiyor. Hanımın çok gönlü yok ama ikna edebilirim diye düşünüyorum. Yaz da geldi kapımızda. Ağustostan sonra kaçmak zor olur diyorlar. Kaçtım, kaçtım. Yapamadım seneye kim öyle kim kala” Fikret hoca ise “Durmuş hocam iyi düşün taşın! Orada ne yapacaksın? Kimin yok, kimsen yok! nereye gideceksin? diyelim ki Avrupa'ya gittin. Orada kampta, şurada burada mülteci olarak kalacaksın Türkiye'deki Suriyelileri düşün Afganları dusun. O sırada Durmuş'un müşterilerinden biri gelip siyah büyük beden atlet istedi. Tezgahtaki atletleri bir çırpıda gösterdi.
Bir yandan da kendisinin de düşündüğü fakat Fikret hoca söyleyince daha bir önem kazanan endişe yılanları beyninde dönmeye devam etti.